Sayfalar

18 Mart 2016

Tarihsel Bağlarımız, Tarihimize Sahip Çıkmamızın Önemi

Anıt Mezar Olarak Türkiye Çanakkale Şehitliğinin Tarihsel Değeri

Sema Sandalcı, Balkan Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Trakya Üniversitesi, Edirne-Türkiye

Polikseni İnce, Balkan Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Trakya Üniversitesi, Edirne-Türkiye



Klasik Filolog olarak bu anlamlı günde sizlere aynı coğrafyanın aynı değerlerini yüzyıllar boyunca taşıdığını gösterebilmek için bir çalışmam vesilesiyle aşağıdaki yazıyı bilgilerinize sunarım.

1915 yılında Türkiye Çanakkale ili ve Gelibolu’da öne çıkan, umutsuzluğun, perişanlığın ve kıtlığın olduğu bir ortamda tüm güçleriyle “vatan uğruna savaşarak ölen ve ülkeye zafer getiren kişilerin” anısına dikilen Çanakkale Şehitleri Anıtı’nın simgelediği değerinin yanı sıra,  Çanakkale’nin öbür kıyısında 3200 yıl önce yaşanan Troia savaşının anlatıldığı Homeros’un İlyada destanında, ayrıca Vergilius’un Aeneid destanında vurgulanan vatan uğruna ölmeyle ilgili ifadelerle paralelliğini ortaya koymak, bu anlamda aynı coğrafyada çağlar öncesiyle bire bir örtüşen değerlerle hayatını bu şekilde kaybedenlerin ve gömüldükleri yerlerin, anıtların normal mezarlardan ayrıcalığını vurgulamaktır.

1.     Giriş
Klasik çağ Yunanca ve Latince  metinleri, günümüz birçok ülke araştırmacısını eski-yeni bağlantılarıyla açıklamaya yöneltmektedir. Bu alanda aynı coğrafi bölgede yaşayan bizler için bu çalışmalar daha da anlamlıdır. Geçmiş tarihi ve kültürleri yorumlamada bu metinler hemen her konuda bize ışık tutmaktadır. Mezarlıklarla ilgili bu sempozyum vesilesiyle de şu durum açıkça görülecektir: Türkiye Çanakkale ili Gelibolu yarımadasında 1914-15 yılları arasında tarihi savaşta gösterdikleri cesur mücadeleden dolayı ölenlerin anısına dikilen bu simgesel anıtın, 2800 yıl öncesi Homeros’un aynı ilin karşı tarafındaki halkın yaşadığı savaşı dile getirdiği İlyada destanının bazı ifadeleriyle ne denli örtüştüğüdür.


2.     Çanakkale Şehitliği
Çanakkale Şehitleri Anıtı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915 yılında Avrupalı devletlerin ortak harekatıyla Gelibolu Yarımadası Çanakkale Boğazı’nın bazı koylarına gemilerle yaptıkları çıkarmaya karşı yürütülen Türk taarruzunda hayatını kaybeden 253 bin Anadolu insanının  anıt bir mezarla simgeleştirilmesi için 1944 yılında açılan bir yarışma sonucu dikilmiştir.

Yarışmayı İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Doğan Erginbaş ile İsmail Utkular’ın yürüttüğü proje kazanmıştı. Denizden yüksekliği 91 m ve 25 x 25 (625 m2) olan ve 4 büyük ayaktan ibaret olan taş anıtın yüksekliği: 41.70 m; ayak kalınlığı: 7.5 m ve ayak arası: 10 metredir.

Bakım ve onarım için Anıtın, Boğaz girişi tarafın bakan ayağın içinden 220 basamak merdivenle çıkılmaktadır. Köşelerden bakıldığında Anıt, ‘M’ harfine benzemektedir. Denize nazır anıtın 4 ayaktan ibaret olması, 4 kıtadan gelen düşmanla savaşıldığının simgesidir. [1]  Olasılıkla savaşa Anadolu’nun her halkından katılımın olması sebebiyle üzerinde dini sembol taşıyamayan ve oldukça sade görünümde olan bu taş Anıt, çetin savaşta Türk askerinin ayakta durma gücünü yansıtmaktadır. Genel olarak Gelibolu’da Türklere ait 53 anıt ve mezarlık, yabancı ülkelere ait 33 anıt ve mezarlık bulunmaktadır.

Türkiye’nin başka yerlerinde de savaşlar ve ölen insanı olmuştur. Bu ölenlerin anısına da anıtlar vardır. Fakat Çanakkale bir sembol olmuştur. Her şeyden önce Çanakkale’de Osmanlı ordusu adına komutan görevini yürüten Alman General Liman von Sanders, yabancıların çıkarma yapacakları koyları savunmasız bırakarak, asker çıkarmalarını kolaylaştırmıştır.[2] Bu yüzden Çanakkale’de çok sayıda insanımız ölmüştür. Atatürk’ün liderliği altında, Türk askerinin geri çekilmemesiyle kazanılan bu zafer, ulus devlet olarak Türkiye'nin kurulmasında başlıca önem arz etmiştir.

Çanakkale’de vatanı savunmak üzere ölümü göze alarak çarpışanların cesareti, bugün hâlâ Türk halkı tarafından en üst değer olarak anılmakta, her yıl bu ili ziyaret ederek ölenlerin ruhları yâd edilmektedir.

1.     Gömmenin Tarihsel Anlamı
Bununla birlikte, burada konumuz gereği mezar açısından binlerce yıllık yerleşim yerleriyle Anadolu’da tarihin ilk gömülme süreçleri, gömü biçim ve yöntemleri, ayrıca  mezarlık anlayışına değin sayısız arkeolojik izler ve günümüze değin silsile halinde gelen bilgiler mevcuttur. Buna göre, genelde mevsim ve iklim şartları düşünüldüğünde toprağın üzerinde ölen insan ya da herhangi bir canlıdan geriye bir şey kalmamaktaydı. Fakat, toprağa ekilen bir tohumun bir süre sonra fidan olarak çıktığını gören insanoğlu, yeniden doğmak ümidiyle gömü adetini geliştirmiş ve öldükten sonra bedeni bir zarar görmesin diye olabildiğince koruma yöntemleri geliştirmiştir. Rahmi andıran küp mezarlar ve ölünün aldığı hoker (ana rahmindeki) biçimi yeni hayata başlangıcın bir simgesi niteliğindedir. Binlerce yıl yeniden doğma ümidiyle gömülme anlayışı ve  mezara bir saygı oluşmuştur. Çünkü mezar bir son değil, yeni bir hayatın başlangıç yeri sayılmaktadır. Bu yüzden bunun bir tanrısallığı, dolayısıyla saygı gösterilmesi gereken ayrıcalığı vardı ve hala da süre gelmektedir. Nitekim, eskiçağda yeniden doğmada ölünün yanına sevdiği eşyaları koyma adeti, zaman içinde yeniden zengin doğmak üzere servetiyle gömülme geleneğini geliştirdiyse de, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta bu adetin bırakıldığını görmekteyiz.[3] Bunun dışında en önemlisi ölü bedeninin olabildiğince bütün olarak saklanması da gömülme ve yeniden doğmada dikkat edilen binlerce yıllık bir anlayıştır. Bu yüzden bedenlerini siper ederek vatan uğruna parçalanarak ölen ve halkının kurtuluşunu sağlayanlara ayrı bir değer verilmesinin izleri de eski çağa uzanmaktadır.



Resim1: Erken dönem Anadolu ve Yunanistan Teselya küp içi ve hoker gömü örnekleri

Dolayısıyla Çanakkale savaşı sırasında bedenleri parçalanarak ölen 253.000 kişi için ‘Destan yazdılar’ denilmektedir. Fakat bu kadar sayıda kişinin bedeni, tek tek bulunup gömülemezdi, bunun için de toplu  mezar anlayışı geliştirilmiştir. Bu uygulamayı eskiçağda da görmekteyiz.

1.     Çanakkale Şehitliği ve Vatanı Savunmada İlyada’da Geçen İfadelerle Manevi Değerleri
Bununla birlikte, özellikle Çanakkale’de anıtlarla  sembolleşen bu anlayışın ülkenin geneli kadar, bu topraklarla, hatta aynı coğrafi alanda binlerce yıl geriye gittiğini de görmekteyiz. Nitekim, tarihi tesadüf ki, Homeros’un[4] dile getirdiği destan olan İlyada’da geçen Troia ve Akkhaialarla ilgili bazı savaş ifadelerinin, yüzyıllar sonra aynı ilin diğer tarafı olan Gelibolu’da yine aynı değerler uğruna ağır bir savaşla da örtüştüğünü görmekteyiz. Bu durumda bu anıt, sadece Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nı değil, geçmiş çağlardan itibaren aynı anlayışı hissederek yaşayan kuşakların, ortak manevi bir simgesi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Unutmayalım, yazılı olmayan bu destanı Anadolulu Homeros, dönemin Anadolu dilleri ve ifadeleriyle aktarmaktaydı. 

Örneğin, Homeros’un Troia savaşını (Çanakkale-Hisarcık) anlattığı İlyada destanında Troia’ya müttefik gelen Sestos, Abydos gibi antik kentlerin 1915 yılında Çanakkale destanında da önem arz ettiğini bilmekteyiz. Hatta Türkçe’de kulanılan “düşman” kelimesinin  İlyada’da “düsmenis” olarak geçtiğini, yarı Asya kökenli olan bu kelimenin “istenmeyen kişi, kötü niyetli kişi” anlamına geldiğini belirtelim.[5]

Dolayısıyla tarihi boyunca vatan uğruna düşmana karşı ölen binlerce yiğidi bağrında barındıran Çanakkale ilindeki bu anıtın, antikçağ ruhuyla bire bir uyuşan ifadelerle de bir bağının olduğu görülmektedir. Bu ifadeleri maddeler halinde ele alırsak:

1. İlyada’da Troia halkının savaşın ne denli yıkıcı olduğunu, kadın ve çocuklarının köle durumuna düşmemeleri için erkeklerin yurtlarını savunduklarını öğreniyoruz. Nitekim günümüze değin genel olarak tüm savaşlarda mücadele bu yıkıcı duruma düşmemek içindir. Can, mal, ırz güvenliğini korumada  en az bin yıldır başarı gösteren Türk askeri için de bu böyleydi: [6]

(Priamos:) “…Korkunç savaşta oğullarımın öldüğünü, kızlarımın alıp götürüldüğünü,
                                     evimin yıkıldığını, küçük çocukların yerlere atıldığını
                  Akhaiosların elleri altında gelinlerin yıkıma götürüldüğünü…”[7]

(Hektor:) “…buraya tanrıların isteği dışında gelen ve bize nice acıları yaşatan…”[8]

(Agamemnon:) “…Onların (Troia erkeklerinin) yumuşak etlerini akbabalar yiyecek,
                                     bizler ise sevgili karılarını ve küçük çocuklarını
                          alıp gemilerimize götüreceğiz şehirlerini ele geçirdiğimiz zaman…”[9]

2. Troia’da insanların, kadınla özdeşleştirilen vatan uğruna savaşmanın ve bu yolda ölmek gerektiğinin, bunun bir şan olduğunun, ayrıca savaştan kaçmanın utanç verici, geri çekilmenin de yıkım olduğunun bilincinde olduklarını görüyoruz. Nitekim bugüne değin, bu coğrafyada ve başka ülkelerde de vatanın bir kadın, Anadolu’da ise bir ana olarak kabul edildiğini bilmekteyiz, bu uğurda yabancı bir tehdide karşı ülkeyi savunmada ölüm göze alınmakta, asla teslim olunmamaktadır. 1915 savaşları da bunun bilincindeydi.

(Akhilleus:) “… Troie’nin kutsal duvağını tek başımıza çözelim…[10]

(Hektor:) “…Sizden kim vurulur ya da ölümüne darbe alır ve ölürse ölsün.
                        Vatan uğruna savaşırken ölmek o kişi için utanç verici değildir.
                 Hatta ardında karısı ve çocukları güvende olacak,
                        hem evi hem de mülkü zarar görmeyecektir…”[11]

(Aias:) “… Dostlar yiğit olun, utanç girsin yüreğinize,
                        birbirinizi utandırın çetin savaşlarda.
              Utanan erlerin çoğu ölmek yerine sağ kalır.
                        Kaçanlar ise ne şana ne de bir güce erişir…”[12]

(Agamemnon:) “…Yıkımdan kaçmak onursuz bir şey değildir, geceleyin de olsa ….                
(Odysseus:) Yıkıcı adam, keşke değersiz başka bir orduya hükmetseydin,              
                        Zeus’un, her birimiz ölünceye dek, gençlikten yaşlılığa değin acı savaşlara 
                                dayanmayı verdiği bizlerin önderi olmayıp da.…” [13]

(Poseidaon:) “…Eğer acı getiren savaştan geri çekilirseniz,
                                    Troslar tarafından yıkım günü olarak bilinecektir…”[14]

(Diomedes) “….İhtiyar, bütün bunları doğru söyledin.
Fakat kalbime ve yüreğime korkunç bir acı giriyor.
Çünkü bir gün Hektor, Troslar arasında konuşurken diyecek ki:
‘Tydeusoğlu benden korktuğu için gemilere gitti.’
                        Bir gün böyle övünecek. O gün yutsun beni engin toprak.”[15]

3. Savaş sırasında her iki tarafın ölülerinin Troia’da gömülmesi üzere ara vermesinin, ölü ve gömülmesi konusundaki saygıya verilen önemi görmekteyiz.

     “… Toprak kırmızı kanla ıslanıyordu, Trosların, güçlü yardımcılarının
ve Danaosların ölüleri aynı anda yığın halinde yere düşüyordu… ” [16]

    “….Onlar çağırıyordu toplantıya.
Kazılı hendeği geçip, ölü bedenleri topladıkları yerin
     göründüğü açık bir anda oturdular…”[17]

“… Her iki tarafın ölüleri yakmasına itirazım yok.
Çünkü ölü bedenlerin bir koruması olmaz,
             Öldükleri zaman kısa sürede ateşle yatıştırılmalıdır…”[18]

       “…Orada her bir kişiyi tanımak zor işti.                             
Fakat kanlı bedenleri suyla yıkayarak,
sıcak gözyaşları dökerek abralara kodular.

Ulu Priamos ağlamaya izin vermedi. Onlar da sessizce
yığdılar ölüleri cenaze odunlarının üzerine yüreklerinde acı … ” [19]

Nitekim 1915 savaşında ölen yabancı askerler için de anıt yapılmasına izin verilmiştir. Fransız mezarlığı ve anıtı, ölen İngilizler anısına “Hell” anıtı, İrlandalılar için mezar, ayrıca Avusturalya ve Yeni Zellanda ölüleri için de “Lone Pine” anıtı ve mezarlığı örnek verilebilir. Hatta yüce önder Atatürk’ün güzel bir konuşması da olmuştur:

“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.







Resim 2: Çanakkale’de ölenlerin anısına dikilen yabancı ülkelere ait bazı mezar ve anıtları

4. Çanakkale’de insan üstü başarısıyla 140, 190 ve 214 kiloluk mermileri kaldırarak, topa yerleştiren ve bir gemiyi batırmada başarı gösteren Seyit Onbaşı’nın durumu, Troia savaşında Akhaialı Aias’larla benzer yankı bulmaktadır:

     (İlyada:) “…İki kişi olmalarına karşın, kule kapılarından

çekilmeyi istemiyorlar ya öldürülmedikçe ya da ölmedikçe…”[20]


            Resim 3: Çanakkale’de Seyit Onbaşı adına dikilen anıt


5. Çanakkale’de yatan isimsiz askerlerimiz kadar, düşman askeri de bulunmaktadır. Çünkü, eskiçağdan bu yana isimsiz ve mezarsız kalmak, bir insan için felakettir. Nitekim zaferi kazanan Atatürk’ün, örnek teşkil edecek şekilde, bu ölülerin de bu toprakta yatabileceklerini vurgulaması ve bugüne değin bu mezarlara hiçbir kötü niyetli saldırıda bulunulmaması tarihe ve insanlığa ne denli saygılı olduğumuzun göstergesidir.  

(Hektor:) “…Akhaiosların burada Argos’tan uzakta isimsiz yok olmalarını…”[21]

(Skamandros Nehri:)   “... Örteceğim yığın kumla, sayısız çakıl döküp,
                                                            Akhaioslar toplayamayacaklar kemiklerini;
                                   baştan aşağıya o denli çok balçıkla kaplayacağım.
                                                            Burası mezarı olacak, anıt olarak yığılan taş kümesine
                                    gerek kalmayacak Akhaioslar onu gömecekleri zaman…”[22]

6. Troia savaşı vesilesiyle denize bakan bir anıt mezarın sonraki kuşaklar için bir ün sayılma arzusunu Akhilleus’un, Patroklos’un ve Hektor’un mezarları yansıtmaktadır.  

(Hektor:)“…Engin Hellespontos’ta bir tepe mezar yapsınlar.
                                    Ve daha sonra doğacak insanlardan biri, bir gün çok kürekli
               gemisiyle şarap rengi denizin üzerinde giderken desin ki:
                                    ‘Bu eskiden ölmüş bir adamın mezarıdır,
             Bir zamanlar cesur olan bu kişiyi şanlı Hektor öldürdü’
                                    Böyle desin biri. Benim de ünüm hiç silinmesin…”[23]

Nitekim, Çanakkale Gelibolu’da denize nazır dağa bir şiirini yazdıran asker kökenli Necmettin Halil Onan’ın “Dur Yolcu” şiiri de bu anlayışla bire bir uyuşmaktadır:

“Dur Yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir
                        Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, bir vatan kalbinin attığı yerdir….”



Resim 4: Çanakkale’de denize nazır “Dur Yolcu” simgesi


7. İlyada’da savaş sırasında düşman saffında ölüp kalmamak için zorlu bir mücadelenin verildiğini de biliyoruz.

(Menelaos)“Aias dostum buraya gel, Patroklos’un ölüsü için
çarpışalım, belki ölüsünü Akhileus’a götürürüz
  çıplak da olsa. Çünkü parlak tolgalı Hektor silahlarını aldı.”

Böyle söyledi, savaşçı Aias’ın yüreğini canlandırdı.
Sarı saçlı Menelaos’la birlikte önde savaşanların arasına
                        yürüdü. O sırada Hektor şanlı silahlarını soyduktan sonra Patroklos’u
çekti, keskin tunçla omuzlarından başını kesmek üzere,
ölü bedeni de sürükleyip Troie köpeklerine vermeyi istiyordu.
Fakat Aias yakınına geldi, elinde kale gibi kalkanıyla. [24]


Nitekim 1915’de iki ateş arasında ölmek üzere olan ve arkadaşlarının yardım edemediği bir İngiliz’i, bir Türk askeri taşımış ve onu kendi saffına bırakıp yerine dönmüştür.


Resim 6: Çanakkale’de çapraz ateş altında bir Türk askerinin bir düşmanı kendi saffına taşıyarak götürmesini simgeleyen anıt heykel.

İlyada’daki bu bilgilerin dışında, aynı bölgede eskiçağ açısından savaşarak ölen sayısız adsız kişi, yiğit olarak nitelendirilmiştir. M.Ö. I. yüzyılda Roma zamanında şair Catullus’un erkek kardeşinin de bu yiğitler arasında olduğunu biliyoruz. [25]

Ayrıca, M.Ö. I. yüzyılda Romalı ozan Vergilius’un yazdığı destan olan Aeneid’te de adeta bu coğrafyadaki toprağın, haksız ölen birini dahi bir şekilde koruduğuna, adeta bir ağaç olarak ona yeni bir hayat bağışladığına şahit olmaktayız:

Aeneias, yeni Roma’yı kurmak üzere Troia’dan  yola çıktığında bir kıyıya yanaşarak ilk kentini kurar (Enez!), bunun için anası soylu tanrıça Afrodite’ye bir sunak diker ve tepede bulunan ağaç dallarıyla üzerini örtmek ister. İlk söktüğü ağacın köklerinden kara kan damlaları izler bırakıyordu toprakta. Aeneias bundan korkar, bunu iyiye yormaları için kır tanrılarına yakarır, işine devam eder. Fakat karşısına bir tansık çıkar ve iniltili olarak ona buradan gitmesini, kendisinin bir Troialı olduğunu, haince oklarla vurulduğunu, kanayanın kütük değil, gövdesine saplanan oklardan bu ağaçların türediğini söyler. Derin korkuya kapılan Aeneias daha sonra bu durumu babasına açıklar. Bu ölen kişiye yeniden gömme töreni ve bir mezar yaparak uzaklaşırlar.[26]


Nitekim, tüm Gelibolu’da savaşın geçtiği alanlara günümüzde müthiş, ışıltılı çam ormanları hakimdir.

1.     Sonuç
Sonuç olarak, tarih ve edebiyat açısından bu ifadeleri ele aldığımızda destan yazdıkları kabul edilen Çanakkale Şehitleri adına dikilen Anıt Mezarı’nın gerek yakın Türk tarihi açısından, gerek aynı coğrafyada geçmiş çağda vatan uğruna ölmüş olanların hislerini de yansıtacak manevi bir değerinin bulunabileceği öne çıkmaktadır. Gösterilen cesaretten dolayı Troia savaşarak değil, tahta at hilesiyle yıkılmıştı, 1915 Çanakkale’deki çarpışanlarda da Türk askerlerinin ölümüne geri çekilmedikleri bilinmektedir. Troia’yı tarihte Pers kralı Kserkes’in (M.Ö. V. yy), İskender’in (M.Ö. IV. yy),  Augustus’un (M.Ö. 63-M.S.14), Hadrianus’un (M.S. II. yy.), Iulianos ( IV. yy), ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in (XV. yy) ve Atatürk’ün ziyaret ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla burada Anıt mezar, mimari özelliğinden çok, ortak payda olarak vatan uğruna yaşamlarını kaybeden insanların tarihin tekerrürü altında edebiyatın gücüyle de pekişebileceğini göstermekte ve dolayısıyla bu tür alanların savaşların doğal bir gömü yerleri olmadığını, hayatlarını bu şekilde kaybeden insanların hiçbir dönemde unutulmaması gerektiği şeklinde, ölümün bir son olmadığına inanan insanlığın hislerinde geliştirdiği saygının ve tarihin de unutturmadığı birer ebedi değer taşımaktadır. Bu anıtları diğer normal mezarlardan ayıran başlıca ayrım da bu maneviyattır. 

Kaynaklar
[1] 22 Ağustos 1954 Hürriyet gazetesi.
[2] İlker BAŞBUĞ, Mustafa Kemal, Remzi Kitabevi, İstanbul 2013, s. 84.
[3] İ. Metin Akyurt, M.Ö. II. Binde Anadolu’da Gömme Adetleri, TTK, Ankara 1998, s. 4-6.
[4] M.Ö. IX-VIII. Yüzyılda İzmir civarında yaşadığı bilinen kör ozan.
[5] Kelime için bkz. İlyada, V, 488; XXII, 403, XXIV, 288, 365 (İlyada için bkz. A.T. Murray, Homer İliad, Cilt I: 1999, Cilt II  2001, London LCL).
[6] XI. yüzyılda Türklerin bu özelliği için bkz. Nizamü’l-Mülk, Siyasetname,  XXVIII  ve XLII (Farsçadan çeviren: Mehmet Taha Ayar), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012, s. 163 ve 231-232.
[7] İlyada, XXII, 62-65.
[8] İlyada, XV, 720-721.
[9] İlyada, IV, 237-239.
[10] İlyada,  XVI, 100.
[11] İlyada, XV, 494-498.
[12] İlyada,  XV, 561-564.
[13] İlyada, XIV, 80, 84-87.
[14] İlyada, XIII, 97-98.
[15] İlyada, VIII, 145-150
[16] İlyada, XVII, 360-362.
[17] İlyada X, 197-199; ayrıca bkz. VIII, 489-491.
[18] İlyada, VII, 408-410.
[19] İlyada, VII, 424-428.
[20] İlyada, XII 171-172.
[21] İlyada, XII, 70.
[22] İlyada, XXI, 319-323.
[23] İlyada, VII, 86-91 (Hellespontos: Çanakkale Boğazı).
[24] İlyada, XVII, 120-128.
[25] Catullus (M.Ö. 84-54), LXVIII, 90-100 (Catullus için bkz. G.P. Goold, Catullus, Tibullus, Pervigilium Veneris, London 1995 LCL).
[26] Vergilius (M.Ö I.), Aeneid, III, 13-68 (Vergilius için bkz. H.R. Fairclough, Virgil Eclogues, Georgics, Aeneid 1-6, London 1994 LCL).





Hiç yorum yok: