Sayfalar

08 Kasım 2006

Eskiçağ Dünyasından Sanat Haberleri

Yaşlı Plinius’dan ressam Apelles üzerine bir kaç anekdot



Bu çalışmada Plinius’un, “Historia Naturalis” adlı eserinin güzel sanatlardan söz ettiği XXXV. kitabından dizi halinde bazı sanatçı anekdotlarına değinilmektedir. Böylece geçmişten gelen sanat eserleri kadar onları üreten el ve zihni taşıyan sanatçılar üzerine de görüş sahibi olabiliriz. Bununla beraber bize bu görüşü veren kaynak, eskiçağda yazar Plinius’a da daha geçmişten gelen fısıltılardı.
Burada, ilk olarak ilginç yapısıyla ressam Apelles ele alınmıştır.

Günümüzden ortalama on iki bin yıl öncesine uzanan, insanların suya yakın, yaşamaya uygun bir yerlere yerleşip, toprağı ekip biçmeleri ve hayvanları evcilleştirmeleri sonucu gelişen medeniyetin izleri, bugün Neolitik Dönem olarak adlandırılmaktadır. Bu, dünyanın her ülkesinde yaşanmış bir dönem değildi. Asya ve Akdeniz medeniyetlerin önemi de buradadır. Örneğin, İngiltere’nin Neolitik Dönemi, M.Ö. II. yüzyılda (dikkat, bin yıl değil), Roma dünyasıyla başlar.

Anadolu’nun başarısı ise, binlerce yıldır, bağrında geçmişin önemli izleri barındırmış olmasıdır. Doğu’da, Mısır, Mezopotamya, İran, Asur ile beş bin yıllık, Batı’da başta Girit olmak üzere zamanla Trakya, Yunanistan ve İtalya’ya ile olan üç bin yıllık siyasi ve kültürel alışverişin yanı sıra, Hititler’den itibaren Anadolu’ya da özgün gelişen kültürleri de görmekteyiz. Bunların her aşamasının sanat eserleriyle, mimariyle, efsanelerle ve eskiçağa ait çeşitli yazılarla belgelenmiş olması nedeniyle Anadolu, geçmişten gelen kültür silsilesinin çizgisini başarıyla sunabilmektedir.

Neolitik çağda, toprağın bereketi, doğurganlığı ve canlıları besleyişi ile kadının doğurganlığı ve çocuğunu besleyip büyümesi arasında bağ kurulması sonucu toprak, ana sayılmış ve Kibele ile simgeleştirilip, kişileştirilmişti. Bu yüzden Kibele, tanrıların, insanların ve tüm hayvan ile bitkilerin anasıydı. Su olmadan toprağın bir şey vermeyeceğini anlayan eskiçağ insanı, bakışlarını göğe çevirmiş ve yağmurun toprağa verdiği yararı anlamıştı. Böylece erkek olarak niteledikleri göğün, yağmur aracılığıyla, toprağı döllediğine inanmışlardı. Tıpkı, erkeğin de kadını döllemesi gibi.

Zaman geçtikçe, canlıların yaşaması için insanların saygı duyacağı değerler de artmaktaydı. Buna karşın, toprak ve suya duyulan saygı hep baş yerdedir. Nitekim, Neolitik çağdan itibaren, insanların, toprak ve suyun şekillendirdiği kaplardan yola çıkarak dinsel anlam taşıyan eserler yapma alışkanlığı, azalmadan günümüze değin gelmiştir.

Nitekim Plinius, “Historia Naturalis” adlı eserinin bir yerinde şöyle der:
“…Bugün bile pek çok yerde bu türden heykeller durmaktadır; tapınakların alınlıkları bile bu kalabalık kentte ve kasabalardaki olağanüstü kabartmalı ve sanatın gücüyle, altından daha değerli ve kuşkusuz, daha tehlikesiz, kutsal yerlerde bugün bile bu zenginlikler arasında, sadece çiçek kabartmalı vazolar ya da kristaller için değil, kilden yapılmış küçük kepçeler için bile tanımı tarifsiz bir içtenlikle Toprak’a teşekkür edilmelidir. Eğer bir kimse, toprağın ürünleri olan şarabı, meyveleri, bitkileri, ayrıca fundalıkları, ilaçları, madenleri ve şimdiye dek bahsettiğimiz konuları tek tek ele alırsa, toprağın lütuflarını görmezlikten gelebilir…”

Toprak ve sudan yaratılan eserler, sanatın bir çok dalının oluşmasına yol açmıştır. Resim de bunun bir parçasıdır. Burada, anekdotlara geçmeden once, eserinde ondan bahseden Plinius ve ressam Apelles’le ilgili kısaca bilgi verelim:

M.S. I. yüzyılda yaşamış olan Romalı Yaşlı Plinius, çok az uyuyan biriydi. Bir kölesi, ona sürekli kitap okur, o da notlar alırdı. Uzmanlar, yazarın açık, anlaşılır bir dile yazmaya özen gösterdiği, fakat eserin, aceleyle kaleme alındığı, buna karşın, antik çağlarda bilinen bütün bilim alanlarına ilişkin geniş bir bilgi içeren, eşsiz bir yapıt olduğu görüşündeler. Öğrenmeye olan ilgisi nedeniyle, Yaşlı Plinius, volkanik bir patlamayı yakından incelemek üzere başını bir yastığa dayayarak ilerlemeye çalışmış, fakat kükürtlü buhardan boğularak ölmüştü. Günümüze ulaşan başlıca eseri olan “Historia Naturalis,” 37 kitaptan oluşan, ansiklopedik bilgilerin yanı sıra yazarın kendi deneyimlerine dayanarak ele aldığı çeşitli konulardan oluşmaktadır. Eserin 1. kitabı, “içindekiler” kısmından ve yararlandığı kaynakların listesinden oluşmaktadır. 2. kitap, evrenin matematiksel ve fiziksel anlatımı; 3-6. kitap, Avrupa, Asya ve Afrika’nın coğrafya ve etnoğrafyası; 7. kitap, antropoloji ve insan fizyolojisi; 8-11. kitap, zooloji; 12-19. kitap, botanik; 20-27. kitap bitkilerden yapılan ilaçlar; 28-32. kitap, hayvanlardan elde edilen ilaçlar; 33-37. kitap mineraller, madenler ve güzel sanatlar üzerinedir.

Eskiçağda büyük bir ressam olan Apelles ise M.Ö. IV. yüzyılın başlarında, eski İonia bölgesindeki (İzmir ve Çevresi), Kolophon kentinde (bugünkü Değirmendere) dünyaya gelmiştir. Efesli ressam Ephoros ve Sicyonlu Pamphilos’dan ders aldı. Korint, Atina ve Makedonya’ya gitti. Bazı porte çalışmaları yaptıysa da, ününü resimlerine borçluydu. En ünlü resimlerinden biri Anadyomene Afrodite idi. Apelles, Büyük İskender’in de sevdiği bir ressamdı. Ayrıca Apelles, yanmış fildişinden siyah renk elde etmeyi de başarmıştı.

Burada aktaracağımız alıntıların, Plinius’un 35. kitabının 36. bölümü, 79-92. satırlarında geçtiğini de belirtelim.

Plinius’un yazdıklarına göre; Rodos’lu sanatçı Protogenes ve Apelles arasında mantık ayrımı bulunuyordu. Apelles, fazlasıyla zahmet ve özen isteyen, aklın boyutlarını aşan Protogenes’in eserlerine hayran kalıyor, fakat kendisinden başka bir övgüyle bahsedermiş. Sözgelimi, Apelles, her bakımdan kendisinin Protogenes’e denk olduğunu, hatta onunkilerin daha iyi olduğunu, fakat bir bakımdan kendisinin üstün geldiğini, bu da elini resimden ne zaman çekeceğini bildiğini söylemişti. Apelles, aşırı özenin çoğu kez zarar verdiğine dair dikkate değer bir öğütte bulunmuştu.

Kavnos doğumlu Protogenes, Rhodos’da yaşıyordu. Apelles, onun eserleri hakkında bilgi sahibi olma hevesinde olduğu için gemiyle Rodos’a bir yolculuk yapmıştı, çünkü ününü biliyordu. Adaya varınca, gecikmeden atölyesinin yolunu tuttu. Fakat, Protogenes o sırada orada değildi. Atölyede, geniş ebatlardaki bir dolabın üzerinde duran tabloyu yaşlı bir kadın bekliyordu. Bu kadın, Protogenes’in dışarıda olduğunu belirtti ve ona söyleyeceği bir şeyi olup olmadığını sordu. Bunun üzerine, “Şunu söyle,” der Apelles ve fırçayı alıp tablonun üzerine belli belirsiz biçimde bir çizgi çizer. Ve Protogenes geri döndüğünde, yaşlı kadın olanları ona anlatır. Sanatçının derhal dikkatlice tabloya baktığı ve Apelles’in gelmiş olduğunu anladığı, çünkü başka birisinin böyle bir şeyi başaramayacağını söylediği söylenir. Ve ardından kendisi de başka bir renkle özenle çizginin üzerinden geçer, eğer Apelles geri gelirse, kadından, bunu ona göstermesini ve bu adamın aradığı kişinin kendisi olduğunu söylemesini ister. Ve öyle de olur. Apelles tekrar gelir ve yenilmekten utanç duyduğu için, üçüncü bir renkle, daha fazla yer bırakmaksızın çizgileri böler. Bunun üzerine Protogenes, kendisini yenilmiş kabul ederek, limana gider, yabancıyı aramaya başlar ve herkesin, özellikle de sanatçıların hayran kalması için bu tablonun gelecek kuşaklara aktarılmasına karar verir. Sözde, rakipleri arasında dost Protogenes’in içtenlikle Rodos için onur olduğunu saptayan ilk kişi de bu Apelles’ti.

Plinius, çizgilerden başka hiçbir şey ifade etmeyen, bu tablonun, yıllar sonra, Caesar’ın Palatium’daki sarayında, bir yangında yok olduğunu duyduğunu belirtir.

Söylenenlere göre, Apelles’in bundan başka düzenli bir adeti vardı, çalışma gününün öyle meşgul edilmesine izin vermezdi, öyle ki, “çizgi yaparak, sanat uygulanamaz,” sözü, onun deyişi haline gelmişti. Aynı şekilde bitmiş eserlerini okulda gelip geçenlere sergiler ve kendisi de tablosunun arkasına gizlenir, onların dile getirdiği kusurları dinlermiş; kendisinden ziyade halkın yargısına daha fazla önem verirdi. Bir tablosundaki sandaletlerin içinde birini diğerinden daha içeride betimlediği için bir ayakkabıcı tarafından eleştirildiği, bir sonraki gün ise aynı küstah düzeltmen tarafından bu sefer de resimdeki bacağın alaya alındığını görünce, kızgınlıkla yerinden çıkıp, ayakkabıcıyı, sandalet dışında yargıda bulunmamasını ima edercesine uyardığı söylenir.

Apelles, gerçekte kibar biriydi. Bu kibarlığı yüzünden, Büyük İskender sık sık atölyesine gelirdi. Buna karşın, Büyük İskender, atölyesinde resim hakkında bilmeden pek çok şeyden bahsedince, renkleri bildikleri için çocuklar tarafından bile alaya alınacağını belirterek Apelles, krala kibarca uyarıda bulunmuştu. Ressamın, Kral İskender’in üzerinde o denli büyük etkisi vardı ki, bunu yapan başka biri olsaydı, kral öfkeye kapılabilirdi. Buna karşın, İskender, ona oldukça önemli bir teklifte bulundu. Apelles’e, güzelliğine hayran olduğu için, kadınlarından Pancaspe adındaki sevgilisini çıplak halde resmetmesini buyurur. Fakat, çok sürmez, Apelles, çok belli ettiğinden dolayı, İskender, onun kadına aşık olduğunu anlayınca, kendisi akılca büyük, fakat ressam, herhangi bir zaferden hiç de daha değersiz olmayan kendi sanatında büyük olduğu için, bu kadını ona armağan eder. Plinius’a göre, Apelles’in eserlerinden, Anadymone Afrodite için (Denizden Yükselen Kadın) bu kadının model alınarak resmedildiğini düşünenler vardı.

Hiç yorum yok: