Sayfalar

15 Ocak 2006

Yeni Yıl Hakkında

Geçmişi görkemli Anadolu toprakları üzerine yeni bir yıl daha gelmekte. Bu yıl nasıl geçecek acaba? Çünkü, yılbaşı kutlama şeklimiz yıldan yıla ana amaçtan uzaklaşmakta; kullandığımız süslemeler fiyatta pahalı ama gerçekte adi, ucuz, dahası sembol özelliklerini kaybetmiş nesneler. Kahkahalarımız, gerçekten uzak, yapay hale dönüşmüş durumda. Kısaca, görüntümüz komedi. Belki de bu sonucu, insan olmanın, doğayla uyum içinde yaşamanın ana amacından uzak kalmak, uzak yaşamak yol açmakta. Anadolunun on bin yıllık deneyimi, köklü alışkanlıkları her geçen yıl eriyip gitmekte. Bilinçsizce, salt eğlenmek amacıyla kutlanan her yılbaşı sonrasında başarısızlık çıkmakta ve utanmadan bunun suçunu uğursuz geçen bir önceki yıla yüklemekteyiz. Peki ama niye? Nerede yanlış yapıyoruz? Neden başarı, mutluluk dolu dileklerle girmeye çabaladığımız yılı, yorgun ve ümitsiz bitiriyor ve umudumuz yarınlara kalıyor? Ne zaman gelecek bu yarın ve neyi temsil etmekte?
Gelin bu sene biraz değişik olsun. Sorular eşliğinde, eski insanların adetleriyle eski yeni yılların kaygısını, neşesini ve amacını ele alalım. Bunu yaparken, sorularımızın kısa, yanıtlarımız anlaşılır olmasına özen gösterdik.

Her şeyden önce yılbaşı, niçin Aralık ayının sonuna gelir?
Yanıtı açık: Önceleri Ay, daha sonra Güneş esasına dayalı olarak tarım adetlerine göre düzenlenen takvimde Aralık ayı, yaşam kaynağımız olan Güneş ışığının en etkisiz ve yer küremize en uzak kaldığı, ayrıca tarımda da toprakla uğraşacak herhangi bir işin bulunmadığı zamanı içermektedir. Ocak ayından itibaren, (özellikle 25 Aralık?tan sonra) Güneş, gittikçe bize doğru yaklaşacak olan altı aylık yaz yolculuğuna başlayacaktır. Bu nedenle Hıristiyan kiliseleri, 25 Aralığı dünyanın ışığı olarak gördükleri İsa nın doğum günüyle eş tutmakta ve Noel adı verilen bu Kutsal Haftayı coşkuyla kutlamaktalar.
Bununla beraber, halk hesabına göre, ayların başı, şimdiki tarihimizden 13 gün sonrasına dek düşerdi. Bu nedenle, ayın bu tarihinde de yeni yılı kutlayanlar olmaktadır.
Buna karşın, önceleri yeni yıl, baharın müjdecisi olduğu için, Mart ayında kutlanırdı. Nitekim, yeni yıl, bazı yerlerde bu zamanda da kutlanılmaktadır. Bununla beraber, öğrendiğimize göre tohum atma ayı olan Eylül ayı da (özellikle kilise tarihlendirilmesi olarak geçer) eskiden yeni yıl olarak kutlanırmış. Fakat, yılın hangi ayında olursa olsun, yılbaşı binlerce yıldır aynı coşkuyla kutlanmıştır.

Yeni yılda niçin bolca yer ve eğleniriz?
Yanıtı yine açık: 365 günlük yeni bir zaman dilimine girileceğinden, halk arasında nasıl girilirse, öyle sürer inanışıyla, her yeni yılın şans getirmesi dileğiyle neşe içinde geçirilmesine çalışılır. Çünkü eski insanların kaygıları büyüktü, en büyük tehlike de açlıktı, kıtlıktı. Yaşamak bir şans ve kader eseriydi. Bu yüzden, yeni yıla girerken bereket olsun, bolluk olsun diye çeşitli yiyecekler hazırlanır, ayrıca yılın bu zamanında kaderi değiştirecek şans oyunları da oynanırdı.

İyi yıllar sözü ne anlama gelmektedir?

Yazık ki, bunun yanıtını günümüzde az kişi bilmekte. Deyim, sağlıklı olmayı dileyen bir sözdür. Ama sağlık, gıdaya bağlıdır. Ve iyi yıllar sözü de tarladaki ürünün bol ve bereketli olması anlamına gelmekte. Çünkü bu zamana değin, toprağa ekilen ekin, kısa sürede toprağın altında, toprağı dölleyecek ve bir zaman sonra da filiz olarak yeryüzüne çıkacaktır. Bu nedenle, bir tür sihirli söz olarak, yılın bu zamanında, toprağa ve tohuma destek olmak amacıyla Anadolu ve tüm tarım ülkelerinde söyleyiş şekli ya da dili farklı olsa da aynı anlamı taşıyan iyi yıllar (nice yıllar = iyi beslen, uzun yaşa) sözünü özellikle yılbaşında herkes her gördüğüne söylemektedir.

Yeni kelimesinin taşıdığı içerik ne olabilir?
Bu ancak yorumla yanıtlanabilir. Buna en yakın kelime, Eski Yunancada bulunan ve aralıksız kullanıla gelen yenno fiili olabilir. Anlamı doğuruyorum; doğan demektir. Nitekim, Yunancada Ocak ayına verilen isim de yenaris dir ve bunun anlamı, bir tür yeni doğan yıl olarak düşünülebilir. Ve doğan, dünyaya gelen her şey, aslında yeni sayıldığı da göz önüne alınmalıdır.

Çam ağacını süslemek ve maskeler takmak niye?
Nedeni kapsamlıdır. Yerleşik hayata geçmek, her toplumun aynı anda başardığı iş değildir. Doğal ortam ve iklim koşulları önemlidir. Bu bakımdan Anadolu, dünyanın en şanslı coğrafyası içindedir. Buzulçağı sonrası Asyada oluşan kimi bitkiler, Mısır Ülkesine ve Nil nehrine ulaşmasının ardından, çok sürmeden Anadolu ya da geçmiş ve aralıksız olarak üretimi sürmüştür. Tarım ve hayvancılık, Anadolunun on bin yıllık zenginlik kaynağıdır. Bölge, bereketi nedeniyle insanların göç edip yerleştiği yerdir. Buradan kaçıp gitmeyi de geçmişteki halklarının hiçbirinin aklından geçmemiş, tersine onu kaybetmemeye çalışmış, uğruna çetin savaşlar yapmış, hemen hemen tümünü kazanmışlardır. Anadolu insanı, tarihin her evresinde doğanın verdiği nimetlere teşekkür etmiş, kutsal törenler yapmıştır, hiçbir hile ve leke olmaksızın. Çam ve meşe ağacı ise en eski çağlardan beri insanoğlunun kadim dostları olmuşlardır. Çam, yaprağını dökmeyen, kışın şiddetine direnen bir ağaçtır. Günümüzden 4-5 bin geriye uzanan ve Anadoluya hakim olan Hitit söylencelerinde, çam ağacına asılan torbadan bahsedilir. Metinlerde eia olarak geçen bu ağaçda koyun derisinden yapılmış bir avcı çantası asılı olurdu. İçinde besili sığır ve koyun sembolleri; üzüm ve hububat; uzun yıllar ve nesiller ve de bolluk, bereket ve tokluk bulunurdu.

Bunun, yeni yılla bağıntılı olduğuna dair bir örnek daha ister misiniz? Peki, bu, hem eski zamana ait olan, ama biraz daha günümüze yakın olan ve Anadoluyu içeren, ama başka bir ülke insanının kaleminden çıkan bir örnek olsun mu?
O halde, Roma dünyasından, Latince yazılmış bir metne bakalım: Romalı ozan Vergiliusun (M.Ö. 70-19) belirttiğine göre Troia dan (Çanakkale) çıkan bir boy olan Ausonii, yani İtalyanlar, ağaç kabuğundan yapılmış maskeler takar ve şarap tanrısı Bacchus (Dionysos) için kaba, açık-saçık şiirleri şarkı halinde söylerler, belki nazarı önlemek için de çam ağacına muskalar takarlarmış. Bu türden etkinlikler, ürünün bereketini arttırmak için yapılırmış. Oyuncular, ayrıca, hayvan postundan yapılmış maskeler de takarlarmış.
Kuşkusuz, hayvan şekline bürünmek, totemciliğe dek uzanabilir. Ayrıca, yılbaşında süsleme yoluyla hep iyi, güzel ve hoş şeylerin olması esas alınırdı.

Kuruyemişler yılbaşında neyi simgeliyor?
Kuruyemişler, eski insanlar için kışın başlıca besin kaynağı sayılırdı. Çünkü kabuklular, kolay bozulmazlar, çürümezler ve de önemlisi besleyicidirler. Dolayısıyla, bereketin bolluğun olduğu yerde onların da özel bir yeri vardır. Doğaya, toprağa yakın olan insanlar, asla topluma zararlı bireyler olmamışlar ve asla toprağa hoyrat davranmamışlardır. Bu adet, bugün de sürmektedir. Bu insanlar, toprağın her ürününü nimet saymaktadır. Bu arada, Nimet, binlerce yıldır Anadolu da anlamını koruyan, herhangi bir yozlaşmaya uğramayan bir kelimedir.
Eski insanların besin kaynakları konusunda yaşadığı bitmez bilmez sıkıntıları, barınma ve ısınmanın olmadığı her kara kış ortamında çekilen çileleri, yaşanan ölümleri olurdu. Aylarca çekilen yağmur, çamur, kar ve ayazın ardından baharın gelmesi ve havanın ısındığını görmeleri, dahası hayatta kalmış olmanın verdiği etki, mucizeydi. Bu yüzden bahar coşkusunun insanda ayrı bir önemi vardır. Bu yüzden, eski mitolojilerin çoğunda yılın altı ayının karanlık ve soğuk, diğer altı ayının da aydınlık ve sıcak oluşu anlatılır.

Çan neyi simgelemekte?
Çan, metal bir alettir ve halk arasında metal aletlerden çıkan sesin kötülüğü uzaklaştırdığına inanılır. Çünkü, var olmanın gereği, yaşadığımız dünyada zıt ikililer bulunmaktadır; iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi. Fakat, hepsi sonuçta iyi-kötü ikilisi içine girmektedir. Kötülüğü uzaklaştırmak için her dönem çeşitli yöntemler de bulunmuştur. Örneğin, kolay nazara gelen ineklere çıngırak takma alışkanlığı eskiden beri süregelmektedir. Bu nedenle, kötülüğü uzaklaştırmak, onu geride kalan yılda bırakmak amacıyla yılbaşında evin bir yerine, en çok da kapıya çan ya da çıngıraklar asılır. Böylece kapının açılıp kapanmasıyla çanlar ötecek ve kötülük içeriye giremeyecektir. Benzer amaçla, müzik de aynı etkiyi taşımaktadır.

Neşe, dans, eğlenmek, cinselliği de çağrıştıran bir etkense, böyle bir günde nasıl bir önemi var?
Bunun için Romalılardan ve Hititlerden de öteye (günümüzden 5 bin yıl geriye) gitmeye ve sayın Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ?ın sözlerine bakmak gerekir: Onun dediğine göre, Mezopotamya?da kurulan Sümer ülkesinin yazar ve şairleri daha çok Tanrılarla ilgili cinsel sevgiyi ele almışlardır. Onlara göre dünyadaki, özellikle Sümer ülkesindeki bolluk ve bereket, Tanrıların cinsel isteği ve çiftleşmesiyle meydana geliyordu. Önceleri evren Tanrıça Nammu, dipsiz bucaksız bir su halindeydi. Tanrıça bu suyun içinden bir dağ çıkarıyor. Hava Tanrısı onu ikiye ayırıyor. Üstü Gök Tanrısı, altı Yer Tanrıçası oluyor. Gök Tanrısı, üzerinde hiç bitkisi olmayan, kutsal ve el değmemiş bakir toprağa dizini dayayıp tohumunu yerin dölyatağına döküyor. Göğün bol tohumu ile yer gebe kalıyor ve yavaş yavaş bitkileri, ağaçları, kamışları doğuruyor. Diğer taraftan bunların beslenip büyümesi de gerek. Bunun için Hava Tanrısı yağmuru, güneşi, bulutu düzene koymak üzere, bir boğa gibi dağa erkeklik organını dürtüp tohumunu boşaltıyor. Dağ, bir gün bir gece sonra yaz ve kışı doğuruyor. Bunlardan sonra gözlerini Fırat?a çeviriyor ve şaha kalkmış bir boğa gibi gururla penisini dikerek Fırat ve Dicle nehirlerine erkeklik suyunu saçıyor. Böylece Tanrıdan gelinlik hediyelerini alan nehirler büyük bir coşku içinde bitkileri, tahılları sulayarak besliyorlar.
Tanrı ve Tanrıçaların ilişkileri (altı ayı yer altında ve altı yeryüzünde geçiren Tanrıçalar misali), yeryüzünde nasıl temsil ediliyor dersiniz? Altı ay yeraltında kalan Tanrı Dumuzi, yeryüzüne çıkışında karısıyla birleşir. Sümer yazarları, bahar zamanına denk gelen bu birleşmeyi, bitkilerin yerden fışkırdığını, hayvanların doğurarak, yumurtlayarak çoğaldığını, böylece ülkeye bolluk ve bereket geldiğini düşünmüşler. Yeni yıl başlangıcı sayılan bu birleşmeyi, Tanrı yerine ülkenin kralı, Tanrıça yerine de bir başrahibe geçerek bir evlilik töreniyle simgelenmiş. Bu törenler, çalgılar, şarkılar, danslar, ziyafetler ve çeşitli şenliklerle kutlanır, ayrıca müstehcen sözler de söylenirmiş (Bkz. M.İ. Çığ, Ortadoğu Uygarlık Mirası, Kaynak Yy. İst. 2003, s.101-104).
Bu yüzdendir, Anadoludaki pek çok medeniyette, ilk tohumu toprağa kral ve kraliçe törenle atardı, bereketi veren tanrıların ardılları olarak; bu yüzden Sümer, Asur ve Urartu kralları sulama kanalları açmışlar ve bunlara düşmanlık besleyenleri lanetlemişlerdir. Bu yüzden toplumda saygın bir yeri olan çiftçi, pek çok dilde üreten anlamındadır.
Bu adetler, tarım yapmak amacıyla yerleşik hayatı seçen insanların yorumuydu. Anadolu da on bin yıllık tarım ve bunun yarattığı medeniyetler vardır. Medeniyetlerin adları değişmesine karşın, halkları ve yaşantıları yeni yeni sentezlerle süregelmiştir. Dünyada tarım düzeni, adetleri bu denli geriye uzanan, bunları belgeleyen yazılı kaynakları mevcut sadece birkaç coğrafi alan vardır; Hindistan, Çin, Asya, Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Girit, ardından İtalya ve Yunanistan. Ötesi yok!

Peki bu durumda, bugün ülkemizde yaşanan tarım ve hayvancılık nefretini, katledilişini nasıl açıklamalı?
Bu soruyu, Anadolu geçmişini bilmeyen, yabancı çıkarlara hizmet eden eli bereketsiz siyasiler yanıtlamalı.

Yılbaşıyla ilgili herhangi bir batıl inanç var mı?
Öncelikle, yeni yıla girerken, eskisinden bir şey taşımamak için mekanlar temizlenir, tozdan, kirden arındırılır. Bu adet, yılın tüm önemli günleri için eskiden beri süre gelen bir alışkanlıktır. Bireylerin ve mekanların temizliği, kirden arınması, dinsel bir nitelik taşımaktadır.
Ayrıca, bereket kaybolmasın diye, yılbaşı günü evde buğday, un, pirinç, kuruyemiş gibi ürünler bulundurulur. Yılın ilk gününde de kimi yerde evin yaşlı bayanı, kimi yerde yetim olmayan bir çocuk, erken bir zamanda evden dışarıya çıkar çeşmeden kimseyle konuşmaksızın bir kaba su doldurup eve getirirmiş. Ayrıca yılın yeni gününde ayağı uğursuz olur diye kimse kimseyi konuk etmek istemez, çoğunluk ilk günü evinde geçirirdi.

Kısaca, bu yıl yeni yıla girerken ne yapmalı?

Ne istersek yapalım, ama aşırı tüketim olmadan, bereket kaybolmadan yiyelim, içelim, eğlenelim, iyi dileklerde bulunalım. Bize bu nimetleri veren, yabani bitkileri ehlileştiren atalarımızı ve toprağı da unutmayalım ki bizden sonraki kuşaklar da eğlenebilsinler.
İlla, bir şeyleri süsleyeceksek, apartman bahçemizdeki gerçek ağaçları süsleyelim, gerçek buğday, pirinç, başak tanelerini, bir avuç unu, şekeri kullanalım. Sonuçta aynı toplumun iyi ya da kötü yıllarca bir arada olan bireyleriyiz, birbirimize sıcak bakmak çok zor bir iş olmasa gerek, ya da en azından bunu dilemek, bunun tohumunu atıvermek.
Yeni yılın hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Hocam sayfanızı yeni gormekle beraber oldukca hosuma gittigini soylemliyim
Calısmalarnızn devamını guncel konularla devam ettirmeniz dileiyle...

Tolga S.
Ark.2

orhan dedi ki...

Sayın hocam,
her şey iyi güzelde yilbaşlarinda kurban olan hindilerin suçu neydi?çok merak ediyorum..beni aydinlatirmisiniz:))